top of page

Karantina ile gelen “Dönüşüm”


Geçtiğimiz ay severek takip ettiğim ve konuk yazar olmaktan gurur duyduğum ajandakolik için yazdığım yazımı burada sizlerle de paylaşmak istedim.


Tuhaf günlerden geçiyoruz. Genci, yaşlısı, tanıdığım hiç kimsenin daha önce deneyimlediği bir durum değil bu pandemi süreci. Hatta pandemi, karantina gibi kelimeleri cümle içinde kullanmışlığım bile yoktu şu zamana kadar.


Yatağımda uykumdan uyanıp gözümü açtım. Henüz uyanmış olmanın verdiği uyuşukla tavana baktım. Kendimi rüyasından yeni uyanmış Gregor Samsa gibi hissediyordum. Zihnim onun yaşadığı trajik hikâyeyle doluydu. Belki onun gibi bir dönüşüm geçirmedim ama yine de hikâyemiz bir açıdan benzerdi. O korkusundan odasından çıkamıyordu, biz de evimizden çıkamıyoruz…


Tuhaf günlerden geçiyorum, hatta geçiyoruz. Genci, yaşlısı, tanıdığım hiç kimsenin daha önce deneyimlediği bir durum değil bu pandemi süreci. Hatta pandemi, karantina gibi kelimeleri cümle içinde kullanmışlığım bile yoktu şu zamana kadar.


Bir iki hafta önceydi sanırım. Son günlerde zaman kavramını iyice yitirmeye başladım, herkes gibi. Sosyal izolasyon başlayalı birkaç gün oldu olmadı, aylardır görmemişçesine özlediğim babamla görüntülü konuşurken bir umutla sordum, “Ne zaman bitecek bu işler be babacığım?” “Hiçbir fikrim yok” dedi.

Bu cevabı alınca istemsizce “Her konuda bir fikrin olur bu konuda nasıl olmaz?” deyiverdim. İçimde nedensiz ve bir anda ortaya çıkan çocuksu bir kızgınlık… Sanki bu süreçte içimdeki küçük yaramaz kıza dönüşmüştüm. Zaten çok sık konuşur olduk bu aralar onunla. Her gece koltukta yan yana oturup zaman yolculuğuna çıkıyoruz. Eski anılarımızı, çok sevdiğimiz bir filmi izler gibi seyrediyoruz birlikte. Kaçıncı kendi izlediğimiz hiç umursamadan. Bazen umutsuzluğa düşüp “Ne umduk, ne bulduk?” diyoruz, bazen de gelecek güzel günlerin hayalini kuruyoruz, içimiz kıpır kıpır.


Hayallerim bile ne kadar değişmiş son zamanlarda. Büyük büyük hayaller kurardım eskiden. Büyük dediysem dünyayı ele geçirmek büyüklüğünde değil elbet. Nasıl anlatsam? Yeni seyahat rotaları, tatil planları, zamanında ertelenmiş yapılmayı bekleyen projeler, gerçekleştirilmesi gereken hayaller. Şimdiyse sadece sevdiklerime sarılabilmenin hayaliyle duruyorum öylece. Sahi sarılmak demişken, sizde de var mı yoğun bir sarılma yoksunluğu? Hani şu bir anda gelen tatlı krizleri gibi sarılma krizleri geliyor mu size de? Birçoğumuzun en olağan sevgi ve yakınlık göstergesi hareketlerinden biri değil mi sarılmak?


“Zamanında çok sevip eskitircesine dinlediğim, her birine ayrı anılar yüklediğim şarkıları toplayıp bir liste yaptım kendime.”O listeyi döndürüp duruyorum sıklıkla bu ara, hem de alabildiğince yüksek sesle. Hem dinleyip zamanda yolculuk ediyorum hem de hissede hissede eşlik ediyorum her birine. Ee ben hiç de fena şarkı söylemiyormuşum yahu! Her şarkıda sarılıyorum sanki sevdiğim birine. Sevdiği bir müziği dinlerken aşık olmuş gibi kalbi çarpan biri olduğum için son günlerdeki sarılma yoksunluğumu böyle gideriyorum belki de.

Maddiyatı önemseyen, kariyer hırsları olan bir insan hiç olmadım ama şimdi hepsi daha da bir önemini yitirdi sanki. İşte tam da bu yüzden sadece yaşanacak güzel duygular, ileride hep gülümseyerek hatırlanacak anılara dönüşecek olan o anlar üzerine kuruyorum hayallerimi. Bir de daha çok insan tanıma sevdası düştü içime. Ne kadar çok insan tanırsam o kadar çok hayatı içime çekebilirmişim gibi.


Ne saçma sapan şeyleri kafama takıp dert ettiğimi de fark ettim. Şimdi birçoğu aklıma bile gelmiyor düşününce üstelik. Bugünlerde o eski kalp kırıklıkları iyi kilere dönüşüyor sanki birer birer.


Bir taraftan da melankolik yanımla barıştım. Öyle bir barıştım ki dinlemekten bile kaçtığım o hüzünlü şarkılardan bile yeniden keyif almaya başladım. Eskiden o melankoliklikten kurtulmaya çabalar, hatta bazen abartılı neşeli hallerin arkasına saklanırdım. Yüzümde gülümsemeden oluşturulmuş mutluluk maskeleriyle. Şimdilerde kendisi ortaya çıkmaya karar verdiğinde “Hoş geldin” deyip sarılıyorum ona. Tabii o çok şaşkın bu yeni duruma, yeni halime bir türlü anlam vermiyordur eminim. Elimde değil ne yapayım. Hem onunla hem kendimle barıştım.


Ne kadar çok şeyi ertelemiş, ötelemişim son zamanlarda. Kimi arkadaşlarım için “aman nasıl olsa görüşürüz yaaa” demiş üşenmiştim ya da hadi itiraf edeyim, üşenmek istemiştim. Kimi yapmak istediğim şeyleri “Yaparım bir ara” deyip kenara saklamıştım. Spora bile başlayamamıştım.


Bazı insanlara duygularımı söylemeyi bile ertelemişim. Şimdiyse hayat sanki bana bir anda “Canım o işler öyle olmaz. 5 dakikada değişir bütün işler” dedi de Hollywood filmlerindeki gibi dünyanın sonu geliyormuş ve ben canhıraş ihmal ettiğim herkesle internet üzerinden bile olsa konuşmaya, sosyalleşmeye uğraşıyorum.


Yıllardır hayat gailesiyle ayrı düştüğüm arkadaşlarım düşüyor bir bir aklıma. Hepimiz yaşam denen nehrin akıntısına kapılıp başka yönlere sürüklenmişiz, kaybolmuşuz. Elimi uzatıyorum onları bulmak için bu bulanık günlerde.


Kendimi bile bile yormak için her gün spor yapıyorum, sanki olimpiyatlara katılacağım! Kendime özen gösteriyorum sonra. Fark ediyorum ki aslında istersem azimli, kararlı ve hedefine odaklı olabilirmişim. Tüm felsefe akımlarında olmanın ilk yolunun kendimin iyi olmasından geçtiğini, değişime ilk kendinden başlaman gerektiğini söylemeleri boşuna değilmiş. Bunu aslında hep biliyordum, biliyordum da, şimdi anlıyordum.

Bu duraksama döneminde harala gürele yaşıyorum işte hayatı. Her anını dolu geçirmeye özen gösteriyorum. Bir yandan yaşama telaşıyla yanıp tutuşurken bir yandan da sakinliğin kıyısında hissediyorum. Gidenlerin arkasından paniğe kapılmıyor, bunu yapan sanki eski ben değilmişim gibi gitmesi gerekene teşekkür edip veda edebiliyorum.


Yazdıkça yazıyorum bir de. Kimi zaman kimse okusun istemeden, kendimle konuşur gibi, suya anlatır gibi içimi döküyorum satırlara. Kimi zaman da bütün dünya okusun istercesine heyecanlanıyorum. Ama her ne hissedersem hissedeyim yazıyorum işte. İyi geliyor özellikle de bugünlerde. Neil Gaiman’ın insana ilham veren konuşmasında dediği gibi, iyi sanat yapmaya çalışıyorum.


Herkesin kafasında tıpkı benimkinde olduğu gibi “Ne zaman normale döneriz?” sorusu var, biliyorum. Sahi, normalden kastımız ne? Bu süreç bittiğinde döneceğimiz normal şimdiye kadarki normalimizden farklı olacağa benziyor. Eskiden şikayet ettiğimiz her şey daha şimdiden bize ne kadar da farklı geliyor. Değişim öyle ya da böyle her zaman güzel. Hem biz değil miydik rutinden sıkılan, boğulan? Alın size değişim, dönüşüm! Yepyeni alışkanlıklar bizi bekliyor.

Comments


bottom of page