Bugün, uzun zamandır kafamı kurcalayan ve zaman zaman da kafa yorup araştırma yaptığım bir konu ile ilgili yazmak istedim. Konumuz televizyonun, dizilerin ve hatta dijital platformlarda izleyiciye sunulan içeriklerin toplumun iletişim dilinde, davranış biçimlerinde ve değer yargılarında yarattığı etkiler. Buna ek olarak gençliğin kasıtlı olarak manipüle edilmesi. Aklıma hep George Orwell’in ‘1984’ romanı geliyor. Bu konuya sonradan değineceğim.
Tabii ki bu konuyu irdelerken öncelikli olarak ana akım kanallardan başlayacağım çünkü zira bu kanalların ulaştığı ve etkilediği kitle toplumun büyük bir bölümünü kapsıyor. Üstüne üstlük, televizyon var olduğundan beri, kitle iletişim araçları arasında en etkili araç olmaya devam ediyor. Dolayısıyla, neredeyse herkesin evinde televizyon olduğu bir çağda, televizyon hala birçok insan için ana bilgi kaynağı.
Bir de 2020 yılı itibariyle hayatımıza girmiş olan (ve bir türlü gitmek bilmeyen) pandemi sürecinde vaktimizin daha büyük bir kısmını evde geçirdiğimizi düşünürsek televizyonun hayatımızda kapladığı alanın genişlemesi kaçınılmaz oldu. Her ne kadar başta YouTube olmak üzere dijital platformları izleme oranımız gözle görülür biçimde artmış olsa da, televizyon olan her eve ulaşan ana akım kanalların sahip olduğu pay hala çok yüksek. (Zira COVID-19 ile birlikte zirve yapan ekonomik krizde Netlix’in üyelik bedelleri birçok insan için de lüks haline geldi desem abartmış olmam sanırım.)
Konumuza dönecek olursak, ana akım kanallar arasında bir gezintiye çıktığımda türlü türlü yerli diziyle karşılaşıyorum. (Hatta son dönemde özellikle de bu yazı için dikkatimi biraz daha bu tarafa yönelttim.) Tahmin edebileceğiniz üzere toplum genelinde televizyonda en çok izlenen program türünün televizyon dizileri. İlk etapta en gözüme çarpan nokta ise kullanılan iletişim dili. Zira en çok izlenen dizilerde kullanılan dilin yansımasını çok çabuk bir şekilde sokakta, sosyal medyada görüyoruz. Örneğin “sıkıntı yok”, “o iş bende” gibi cümleleri duymayanınız neredeyse kalmamıştır. Hatta belki farkında olmadan bir dönem bazılarımızın diline dolandı. Ancak tabii ki bu ilişki tek yönlü değil. Televizyon dizileri insanın günlük hayatındaki yaşantısının benzeri senaryoları (tabii ki bir nebze abartı ile) işliyor. ani televizyondaki dil toplumun iletişim dilini etkilediği kadar oradan da besleniyor. Kısacası; iki taraf arasında karşılıklı ve birbirini her anlamda etkileyen bir ilişki var.
Üstelik toplumun, özellikle de gençlerin davranış biçimlerinin televizyon programları ve dizilerden etkilendiğini ortaya koyan birçok araştırma mevcut.
Özellikle bu noktada 1977’de psikolog Albert Bandura tarafından ortaya koyulan Sosyal Öğrenme Teorisi’ne değinmekte fayda görüyorum.
Bu kurama göre bireyler genellikle davranışlarını başkalarının davranışlarını model alarak şekillendirir. Yani bireyler davranışları, değerleri, tavırları ve becerileri diğer bireyleri veya yazılı ve elektronik medyayı gözlemleyerek geliştirir, şekillendirir. Kısacası; bu teori öğrenmenin çok büyük bir kısmının gözleme dayalı olduğunu söyler. Başkalarının davranış biçimlerini gözlemlemek en çok da çocukların ve ergenlik çağındaki gençlerin davranışlarını etkiler (Wok, Saodah & Mohd, Shafizan. (2008). Bu noktada da özellikle bu yaş grubunun televizyona maruz kalma oranını düşünürseniz yaratabileceği etkileri de az çok tahmin edersiniz.
Bu bakış açısıyla gençleri gözlemlediğinizde birçok davranış biçiminin aynılarını televizyonda, televizyondaki davranış biçimlerinin ise birebir taklitlerini hem sosyal ortamlarda hem de dijital ortamlarda görürsünüz.
Milyonların sevgilisi, Çukur dizisi
Ülkemizdeki en önemli örneklerine baktığımızda, hala devam eden ‘Çukur’ dizisine değinmeden geçmek olmaz. Bilmeyenleriniz için çok kısaca bilgi vermem gerekirse; dizi, adını İstanbul’un problemli yerlerinden biri olan hayali ‘Çukur’ mahallesinden alır. Diziye göre bu mahalle Koçovalılar ailesinin kontrolündedir ve bu mahallede silah kaçakçılığından tutun adam öldürmeye, mafyacılığa kadar türlü türlü yasadışı eylem gerçekleşir. Ancak bir yandan aynı mahalle uyuşturucuya olan karşıtlığıyla da dikkat çekiyor. (Açıkçası bu da ilgimi çeken bir yönü oldu.)
Çukur’un takipçileri arasında, dizide mahallenin sembolü olan işaretin olduğu kıyafetler son derece rağbet görüyor, dizide sıklıkla geçen “sıkıntı yok” cümlesi ise özellikle de dizinin takipçisi gençler arasında yaygınlaşmakla kalmamış diziyi izlemeyen birçok insana bile sirayet etmiş durumda. Hatta dizinin popülerleşmesiyle birlikte Türkiye’nin farklı illerinde Çukur kafeler bile açılmış.
Neredeyse Çukur kadar popüler olan bir diğer dizi ‘Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ı da tahminimce bileniniz çoktur. Bu dizinin de Çukur’la en büyük ortak noktası uyuşturucu işine karşı olması diyebilirim. Ancak vatanseverlik adı altında her türlü mafyavari eylem, şiddet dizide gözümüze gözümüze sokuluyor. Açıkçası bu da bana bu dizilerle uyuşturucu ticareti ve yabancı güçlerle (CIA vb) iş birliği konuları hariç her şeyin mübah olduğu mesajı verildiğini düşündürtüyor. Yani “istediğin kadar insan öldür, silah ticareti yap, adam döv, bunları kendince ulvi bir amaca bağladığın müddetçe alkışlanırsın ve güçlü olmak için de bunları yapmalısın” deniyor sanki.
Hele bir de son zamanlarda siyasi liderlerle hakiki mafya liderleri ilşkisi dikkat çekiyor. Bu dizilerde biraz da bu ilişkileri meşrulaştırır yönde.
Şiddet demişken, televizyon programlarındaki şiddetin gençlerin algısı ve davranış biçimleri üzerindeki etkisini inceleyen araştırmalar da mevcut. Bu yazıda araştırmaların detayları ile kimseyi sıkmak istemem fakat ilgilenenler için bazı örnek kaynakları yazının sonuna ekleyeceğim. Ancak küçük bir kişisel görüş eklemekte de fayda görüyorum.
Televizyonlardaki diziler kadar siyasetçilerin dili ve davranışları da gençleri etkiliyor. Açıkçası benim dünyayla ilgili algımı dizilerden çok maalesef günümüz siyasetinde karşı karşıya kaldığımız şiddet içerikli dil olumsuz yönde etkiliyor. Maalesef neredeyse tüm dünyaya yayılmış, tehditkar, kutuplaştırıcı ve ötekileştirici bir siyaset diline maruz kalmanın özellikle de gençlerin dünya ve hayatla ilgili güven algısını derinden yaraladığını düşünüyorum.
Dizilerde kadın
Televizyon dizileri ile ilgili olarak, dizilerde kadınların konumlandırılmasından da biraz bahsetmek istiyorum. Açıkçası ana akım Türk dizilerinde belki de beni en rahatsız eden konulardan biri bu oldu. Örneğin, FOX TV’de yayınlanan, reytinglerinin de epeyce yüksek olduğunu düşündüğüm, ‘Yasak Elma’ dizisinde kadın karakterlerin en öne çıkan özelliklerinin muhteşem entrikalar planlamaları olması bence son derece rahatsız edici. Bununla birlikte şimdilerde dizi kadrosundan ayrılmış olan Talat Bulut’un canlandırdığı Halit karakterinin de, kızları dahil olmak üzere, bütün kadın karakterlerle son derece aşağılayıcı bir tutum ve dille iletişim kurmuş olması da cabası.
Daha genel bir perspektiften baktığımda ise Türk dizilerinde genellikle kadının zenginse mutlaka çok süslü, kokoş, çoğu zaman sığ ve entrikacı olarak konumlandırıldığını, eğer gelir seviyesi düşük ise de hep itilip kakılan, şiddet gören taraf olarak resmedildiğini görüyorum. Bir noktada toplumumuzun acı gerçeklerini ortaya koyuyor olsa da bir yandan da bu konumlandırmayı ve şiddeti gerçek hayatta meşrulaştırmaya çok büyük katkı sağladığını düşünüyorum. Açıkçası, ben, kadınlar dizilerde bu muameleyi gördükçe şu meşhur başkası adına utanma duygusunu iliklerime kadar hissediyorum.
Kadınların aldatılması normal (mi) dir?
Kadınların konumlandırılmasından bahsetmişken dizilerde kadın karakterlerin aldatılmasının normalleştirilmesine değinmemek olmaz. Açıkçası erkeğin aldatmasının bir anlamda normal ve hatta affedilmesi gereken bir şey olduğu alttan alta dayatılıyor gibi geliyor bana. Eminim “erkektir yapar”, “aman kızım bunun için yuvanı yıkma” gibi telkinleri hepimiz bir şekilde duymuşuzdur. (Tabii ki bunun için yalnızca dizi ve filmleri suçlayamayız ancak bu anlayışın pekişmesine ve meşrulaşmasına olan katkılarını da görmezden gelmek riyakarlık olur.) Ancak kabul etmek gerekir ki aldatmak (yalnızca kadın erkek ilişkisi ile sınırlandırmıyorum aldatma konusunu), yalan söylemek, birini arkasından vurmak ahlâki bir sorundur ve aldatılan her kim olursa olsun (cinsiyet, cinsel yönelim, cinsel tercih vs farketmeksizin) o kişinin kalbini de gururunu da kırar. Dolayısıyla aldatma konusu herhangi bir mecrada eleştirilecekse de kesinlikle cinsiyetten bağımsız olarak ele alınmalıdır.
Gençler tarihi dizilerden öğreniyor
Bahsetmeden geçemeyeceğim bir diğer tür ise tarihi konu da son yıllarda oldukça popülerleşen, tarihi konu alan dönem dizileri. Herhalde aramızda, hiç değilse, yayınlandığı döneme damgasını vuran ve hatta gündemden düşmeyen “Muhteşem Yüzyıl” dizisini duymamış olan yoktur. Tarih dizilerinin popülerleşmesine ön ayak olmuş olan bu dizinin Muhteşem Yüzyıl: Kösem, Kuruluş: Osman, Diriliş Ertuğrul, Payitaht Abdülhamit gibi birçok örneği mevcut. Ve gençler maalesef tarihi bu dizilerden öğreniyor. Dolayısıyla da bu diziler sayesinde gençlerin zihninde tarih, (büyük ölçüde iktidarın anlayışına uygun olarak) yeniden şekillendirilmiş oluyor. Açıkçası ben de tarihi dizilerin amacının tarihi gençlerin kafasında baştan yazarak bugünün politikalarına uydurmak olduğunu düşünüyorum ve bu da bana George Orwell’in ‘1984’ romanındaki tarih yazıcılarını hatırlatıyor.
Narin ahlâkımızı ve aile yapımızı yabancı diziler mi bozdu?
Diziler demişken Netflix dizileri gençlerimizin ahlâkını bozuyor, aile yapımıza zarar veriyor tartışmasına değinmeden de duramam elbette. Özellikle yakın zamanda bir dönemin kült dizisi FRIENDS’in tüm bölümlerinin Netflix’te yayınlanacağı duyurusu üzerine çıkan haberleri hayretle okudum. Medyada hedef göstermeleriyle meşhur bir yayın, diziyi ahlâksızlıkla, platformu da gençleri hedef almakla ve ahlâkı yozlaştırmakla itham etmişti hatırlarsanız. Üstelik 1994 yılında yayınlanmaya başlayıp 2004 yılında final yapmış, farklı dallarda birçok ödüle layık görülmüş, dünyaca ünlü bir komedi dizisini yeni bir ‘proje’ dizi olarak tanımlamaları da cabası. Bir de buradan yola çıkıp, bu platformun aldatmayı vurgulayıp, başörtüsünü ‘cinsel’ obje olarak gösteren sahnelerle itibarsızlaştırmak, gençlere uyuşturucu ve ahlâksızlık pompalamakla, çocuk istismarını empoze etmekle itham etmişler. Açıkçası neredeyse 30 yıldır hayatımızda olan bu diziyi izleyip ahlâkı bozulan bir kişi bile görmedim. Zira ben de uzun yıllardır benzeri içerikleri tüketen bir izleyici olarak kendimle ilgili de böyle bir gözlemim olmadı. Hatta çoğu zaman dizi ve filmler ihtiyacım olan zamanlarda yanımda oldular, bana ilham verdiler. Kimi zaman bir ayrılık acısını atlatırken bir sığınak oldular kimi zamansa hayattan ne isteyip istemediğimi sorgularken beni düşünmeye sevk ettiler. Kimi zamansa sadece eğlendirdiler. Bir de bu platformları ve yayınladıkları içerikleri ahlâksızlık pompalamakla itham edenlere kötü bir haberim var; maalesef ensestin de, çocuk istismarının da kanayan bir yara olduğu bir coğrafyada yaşıyoruz ve yine maalesef bu çirkinlikler dijital platformlar, hatta özel televizyonlar hayatımıza girmeden çok önceden beri bu topraklarda yaşanıyor ve örtbas ediliyor.
Aldatma konusu ile ilgili olarak da düşüncelerimi birkaç paragraf önce paylaştım aslında. Tekrar etmem gerekirse maalesef bizim toplumumuzda zaten erkeğin kadını aldatması hoş görülen ve hatta yer yer teşvik edilen bir durum. Üstüne üstlük bunu ekranda görmek için de dijital platformlara ihtiyaç yok. Ayrıca zaten ana akım birçok televizyon kanalında yıllardır türlü türlü aldatma hikayeleri izlemedik mi? Benim derdim aldatma hikayelerinin senaryolarda yer almasından ziyade erkeğin kadını aldatmasının normalleştirilmesi ve meşrulaştırılması ile. Bunu da bu vesileyle bir kez daha söylemiş olayım.
Ahlâki anlayışı oturmuş bir toplumun ahlâkını dizi veya filmlerle bozmak gerçekçi değil
Her ne kadar yazının genelinde televizyonun ve benzeri içeriklerin gençlerin iletişim dilleri, davranış biçimleri ve değer yargıları üzerindeki etkilerinden söz etmiş olsam da özellikle bir noktayı vurgulayarak konuyu toparlamak isterim. Evet televizyon ve benzeri içeriklerin başta çocuk ve gençler olmak üzere toplumun davranış biçiminde, algısında, değer yargılarında ve dilinde etkileri yadsınamaz derecede büyük. Ancak çocuk ve gençlerin davranış biçimini şekillendiren birincil kaynak bu mecralar değil. Özellikle çocuk ve gençler ilk olarak en yakın çevrelerindeki rol modelleri (yani ebeveynleri, sıklıkla iletişimde oldukları akrabaları vb) örnek alıyor ve onların davranış biçimlerini ve anlayışlarını benimsiyor. Şayet bir erkeğin babası annesini dövüyorsa o da kız kardeşini döverek başlar sonrada kendi karısını döver. Hele annesi “kocamdır döver de sever de, yeter ki boşamasın” mantığında ise bu kişiden ne beklenebilir ki?
Dolayısıyla aslında başta ahlâk anlayışı ve iletişim dili olmak üzere birçok konuda eğitim ebeveynlerde veya çocuğun bakımından sorumlu kişilerle başlıyor. Kıssadan hisse sağlam bir ahlâk anlayışıyla ve davranış biçimleriyle yetiştirilmiş bir çocuğun ahlâkını izlediği dizilerle bozmak sanıldığı kadar da kolay değil. O halde, belki de esas yapmamız gereken, yaşanan ahlâksızlıklarla ilgili, film ve dizi sektörünü suçlamadan önce dönüp kendimize bakmak ve çocuklarımıza öğrettiğimiz değerleri gözden geçirmek. Bir de öncelikle kendi değer yargıları doğrultusunda davranış biçimlerini geliştirecek bireyler yetiştirmek.
İnceleyebileceğiniz bir kaç kaynak:
Televizyon Programlarındaki Şiddetin Yetiştirme Etkisi: Konya Lise Öğrencileri Üzerine Bir Araştırma
Comments