Özveri mi Fedakârlık mı?
top of page

Özveri mi Fedakârlık mı?



Günlük hayatta, iş hayatında, kitaplarda, film ve dizilerde yani insan ilişkisinin olduğu her yerde karşımıza çıkan iki kelime; özveri ve fedakârlık. İlk bakışta eş anlamlı gibi görünüyorlar hatta sözlükler de bunu doğruluyor. Ancak içlerinde barındırdıkları anlamlar, hayata geçiriliş şekilleri aslında birbirinden epeyce farklı. Yani çoğumuz her ne kadar bu iki kelimeyi aynı anlamda kullansak da doğru ilişkiler kurabilmek ve daha da önemlisi bu ilişkileri sağlıklı bir şekilde yürütebilmek adına bu farkı görmek, anlamak ve içselleştirmek gerekiyor. Zaten insan kelimelerle düşünür ve hisseder. Bu sebeple bu iki kelimenin hayatımızda, ilişkilerimizdeki karşılıklarına değinmeden önce anlamları üzerine konuşmak istedim.

Kelimelere yakından baktığımızda bu eş anlamlı iki kelimenin en azından bende nasıl tınladığından bahsedeceğim.


Fedakârlık kelimesini ele aldığımızda, bu sözcüğün aslında beklenti içerdiğini görürüz. Yani ilk bakışta fedakârlık bir meziyet gibi görünse de işin özüne baktığımızda bir kâr beklentisiyle bir şeyleri feda etmek olduğu gerçeğiyle yüzleşiriz. En basitinden benzeri bir durumda aynı davranışı görebilmek, kişisel mutluluk beklentisiyle yapılan bir şey oluyor.


Özveri kelimesine baktığımızda ise sözcüğün özgüven, sevgi ve bütünlük içerdiğini görürüz. Özverinin en temel motivasyonu karşılık beklemeden yapılıyor olmasıdır. Yani bir çıkar, geri dönüş beklentisi olmadan yapılmasıdır. Kısacası fedakârlık çıkar ve karşılık beklentisi ile ortaya çıkarken özveri tamamiyle sevgiden gelir. Fedakârlık karşılık beklentisinin yanı sıra çoğu zaman hayal kırıklığını da beraberinde getirir. Zira her uğruna fedakârlık yaptığımız kişinin beklentilerimizi karşılayacağının garantisi olmadığı için sonucun hüsran olması kaçınılmazdır. Ancak sevgi kaynaklı özveride bulunduğumuz kişilerden bir karşılık beklemediğimiz için hayal kırıklığına da uğramamış oluruz.


Benim bu iki kelimeden ne anladığıma gelecek olursak fedakârlık kelimesini bir çıkar, karşılık beklentisiyle kendinden bir şeyleri feda etmek, hatta bazen kendinde olmayanı da ortaya koyma çabası olarak tanımlayabilirim. Özveriyi ise zaten özünde olanı bir karşılık beklentisi olmadan, içten gelerek vermek olarak algılıyorum. Bu da iki kavram arasında yadsınamaz bir farklılık oluşturuyor benim için.


Bu iki kelimenin bende oluşturduğu duyguyu özetlemem gerekirse fedakârlık yapmak yerine özveride bulunmanın bende yarattığı his ve algı çok daha güzel. Kısacası özveri beni çok daha olumlu yerlere götüren ve iyi hissettiren bir sözcük.


Huzurlu ve sağlıklı ilişkilerin sırrı özveri midir fedakârlık mı?


Aslında bu sorunun cevabını yukarıda vermiş oluyorum ama bunun üzerine biraz daha konuşmak isterim.


Kelime anlamlarından da anlayacağımız üzere çıkar ve karşılık beklentisi ile yapılan fedakârlıkların uzun vadede sağlıklı bir ilişki yaşamamıza yardımcı olmayacağı son derece aşikar. Az önce de söylediğim gibi karşılık bekleyerek yaptığımız her şey hayal kırıklığı olasılığını da yanında taşıyor. Zira beklentiler gerçekleşmedikçe yapılan fedakârlıkların sözü edilmeye, hesabı sorulmaya başlar. Yapılan her şey bir bir masaya dökülür. Üstelik bunun karşılığında “bunu yapmanı istemedim”, “bana mı sordun?” gibi yanıtlar da cabası. Fedakârlıklar arttıkça hayal kırıklıkları da aynı oranda artıyor. Dolayısıyla uzun vadede maalesef işin karşılıklı suçlamalara dönmesi de kaçınılmaz oluyor. Bence bu durum aşk ve arkadaşlık ilişkileri için olduğu kadar aile ilişkileri için de geçerli.


Elbette ebeveynler çocukları için, çocuklar da ebeveynleri ve kardeşleri için fedakârlık yapar ancak bunun da bir sınırı olmalı. Belki şimdi bu yazıyı okurken bana kızanlar olacak ancak bir annenin, babanın çocukları için her şeyini feda etmesi (ya da tam tersi durumu) bana çok sağlıksız ve maalesef çoğu zaman sömürülmeye açık geliyor. Üstelik ikili ilişkilerde yapılan iyilik, fedakârlık ve gösterilen sevginin karşılığını bir çeşit baskı kurarak beklemeyi bir psikolojik şiddet türü olarak görüyorum. Hatta bunu karşısındakini sevgisiyle dövmek olarak tanımlayabilirim.


Tüm bunlara ek olarak aşırı fedakârlığın çok iyi bir insan olmakla doğru orantılı olmamasının yanı sıra çoğu zaman kişinin kendiyle ilgili bir sorun ya da eksiklikten kaynaklandığını düşünüyorum. Bu kimi zaman bir suçluluk duygusunu bastırma ihtiyacı kimi zaman ise yoğun bir şekilde sevilme arzusu olabilir.


Özellikle de aşk ilişkilerinde fedakârlık bir noktadan sonra bireyleri borçlu alacaklı konumuna sokabiliyor. Zira partnerlerden biri fedakârlık yaptıkça karşısındakinin de aynısını veya eşdeğer bir fedakârlığı kendisi için yapmasını bekliyor. Bu hem bireyin kendisinde hem de partnerinde ciddi bir baskıya yol açıyor. Dolayısıyla sevgiyle yapılacak bir çok davranışı bir noktadan sonra görev duygusu ile yapılmaya başlanıyor. Bu da ilişkinin bir sorumluluk, bir görev, partnerin ise alacaklı gibi algılanmasına sebep oluyor. Hem kim alacaklısını sever ki?

Uğruna fedakârlık yapılan taraf kimi zaman bu baskının altında ezilirken kimi zaman ise farkına bile varmayabiliyor. Fedakâr taraf için ise beklentiler karşılanmadıkça ve hatta yaptığı fedakârlıklar görevi haline geldikçe hayal kırıklıkları birikmeye devam ediyor. Kısacası haddinden fazla fedakâr olmak bireyi ne daha iyi bir insan yapıyor ne de içinde bulunduğu ilişkiyi daha iyi bir noktaya taşıyor.


Kimse kimse için saçını süpürge etmemeli


Öte yandan özveri ise bence ilişkilerin olmazsa olmazı. Özellikle de kendi seçimimizle kurduğumuz ilişkilerde karşılıklı olarak özveride bulunarak orta yolu bulmak çok önemli. Burada biraz detaya girecek olursak, bir ilişkide özveride bulunmanın ilk şartının empati kurmak olduğunu düşünüyorum. Empati kurarak karşımızdaki kişinin hassasiyetlerini, algılayış biçimini, duygularını ve düşüncelerini anlayarak gerekli noktalarda özveride bulunabilmek son derece önemli. Böylelikle uzun vadede ilişkinin sağlıklı bir biçimde yürümesi için önemli bir adım atmış oluyoruz. Ancak bunu yaparken kişinin en çok dikkat etmesi gereken noktalardan biri kendisini, kendi isteklerini, ihtiyaçlarını ve duygularını kesinlikle hiçe saymamak. Çünkü bu yapılmaya başlandığı anda bir müddet sonra “senin için saçımı süpürge ettim ama sen benim kıymetimi bilmedin” noktasına gelmek kaçınılmaz olur. Üstelik bu noktada kişi kendisini değil karşısındakini suçlamaya meyillidir. Buradan sonrası ise maalesef çoğu zaman yokuş aşağı.


Diğer yandan adına fedakârlık ya da özveri, ne dersek diyelim, günün sonunda işin özünde kişinin kendi çıkarlarından vazgeçmesi yatıyor. İlişkilerde bu tek taraflı gerçekleşiyorsa maalesef orada bir sorun vardır. Sağlıklı ve huzurlu bir ilişkide karşılıklı anlayış, ortak noktada buluşma, uzlaşma ve birey olarak kendi varlığını sürdürebilmek esastır.

Kısacası; mutlu, huzurlu ilişkiler kurabilmenin ve sürdürebilmenin sırrı kendimizden vazgeçmeden orta yolu bulabilmek, anlaşabilmek, uzlaşabilmek ve en önemlisi bunları yaparken bunun ticari bir ilişki olmadığını hep hatırlamak ve bir karşılık beklememek.

bottom of page