Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen acı İzmir depreminden sonra, zaman zaman kafama takılan ‘sosyal medyada çok bilmişçilik’ konusu yine aklıma düştü (haliyle). Zira depremden sonra görev silahlarını kuşanan kalemşör arkadaşlar yargı dağıtmayı yine ihmal etmedi. Sosyal medyada “Böyle bir felaket olmuşken sizin yediğiniz yemek de, gittiğiniz yer de bizi ilgilendirmiyor” içerikli öyle çok paylaşım gördüm ki.
Afet olduğunda, bir terör olayı gerçekleştiğinde ya da toplumsal bir durum olduğunda bu ahlak bekçileri fırlayıveriyor. “Yemek mi paylaştın! Onlar açken nasıl yersin?”, “Mutlu bir an mı paylaştın? Şimdi mutlu olmanın sırası mı?” v.b.
Şimdi hepimizin bildiği, bilmesi gerektiği ama birçoğunun bilmezden geldiği bir gerçeğe değinmek istiyorum; herkes sizin gibi üzülmek, acı çekmek veya acı çekiyormuş gibi yapmak zorunda değil. Kimisi içinde yaşar acısını, kimisi hissetmez, kimisi ise bangır bangır ilan eder. Bu, bir “kim daha çok acı çekiyor? kim daha hassas?” yarışması değil, olmamalı da. Üstelik tüm sosyal medya kanalları neyi görüp neyi görmeyeceğimizin seçimini bize bırakmışken bu yargı dağıtma ve kendini kötü hissettirme çabası niye? Buradan yaşanan acı olayların ardından hayat hiçbir şey olmamışçasına devam etmeli, eğlenceli paylaşımlar yapılmalı gibi bir düşüncede olduğum sonucuna varılmasını hiç istemem. Elbette bu bir çoğumuza etik gelmeyebilir, ahlak anlayışımıza uymayabilir. Ancak kimsenin kendisi dışındaki bireylerin bu davranışlarını böyle sert bir dille eleştirmesini ve baskı uygulamasını da kabul edemiyorum. Zira sıklıkla baskıdan, kısıtlamalardan rahatsız olup, isyan edip, kendinden başka türlü davranan diğer insanlara mahalle baskısı uygulamak son derece saçma ve tutarsız geliyor bana.
Kafama takılan bir diğer konu da bunun ölçütü nedir? Kim belirliyor? Yani kaç şiddetinde bir depremden sonra ya da ölü sayısı kaç olduğunda normal hayat akışından paylaşım yapmamak gerekiyor? Zira deprem travması olan (özellikle de 99 depremini birebir yaşamış birisi için ) küçük bir zelzele bile travma tetikleyici olabilir ve psikolojisi bozulabilir. Neye göre karar veriyoruz? Evet burada çok somut bir felaket var ve bunu yadsımak aymazlık olur. Ancak ben olaya biraz daha geniş bir çerçeveden bakmaya çalışıyorum.
Üstelik dünyada hatta ülkemizde her gün, her saat ne acılar yaşanıyor, irili ufaklı ne felaketler oluyor. Bunların kimisi ana habere düşerken kimisinden haberimiz bile olmuyor.
Sözüm yardım etmek için çabalayanlara değil elbet. Ancak kendisi de herhangi bir çaba göstermediği, fayda sağlamadığı gibi yalnızca olumsuz paylaşımlar yaparak insanlara kendini kötü hissettirenleri anlamakta güçlük çekiyorum. Diğer insanlar da mutsuz olduğunda içleri rahat mı ediyor? Depremde daha az mı insan ölmüş oluyor? Nasıl bir fayda sağlamış oluyorlar?
Bununla birlikte parti yapmaya, eğlenmeye devam edenleri eleştirenler yalnızca acı görüntüleri paylaşmaktan başka bir şey yapmıyorsa bu gerçekten onları daha mı duyarlı yapıyor? Yani Şeyma Subaşı’nı duyarsızlıkla suçlarken yalnızca ölüm haberlerini sosyal medya hesaplarından paylaşmak dışında bir şey yapmayınca insan duyarlı olmuyor. Bu eğlenmeye devam edenleri desteklediğim anlamına gelmiyor elbette ancak yalnızca vefat edenlerin görsellerini yanına birer kanat, bir dua emojisi koyarak paylaşmanın da kimseye bir faydası yok. Bir de enkaz altından çıkan çocukların, depremzedelerin görsellerini paylaşıyor olmak da ayrı bir tartışma konusu olmalı. Deprem hali hazırda psikolojik açıdan son derece büyük hasar bırakan bir felaketken bir de bu görselleri sürekli olarak paylaşarak insanların travmasını ölümsüzleştirmek de bir çeşit şiddet gibi geliyor bana.
Canla başla çalışan özel gün bekçileri
Sosyal medyanın çok bilmişlerinin en çok mesai harcadığı günlerin başında anneler ve babalar günleri geliyor. Özellikle de bunlara neredeyse hiç tahammülüm yok. Bu arkadaşlarımız annesi, babası hayatta olmayan herkes adına senin anne - babanın hayatta diye seni suçlu hissettirmeye and içmişler sanki. Tam bu noktada bir parantez açıp herhangi bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek isterim. Gözlemlerime dayanarak bu kişilerin çoğunlukla annesi babası hayatta olan ancak her nedense annesi babası hayatta olmayan herkesin sözcülüğünü üstlenme çabasında olduklarını söyleyebilirim.
Bu çok bilmiş arkadaşlar yalnızca felaket durumlarında ya da özel günlerde ortaya çıkmakla kalmıyor. Herhangi bir paylaşımınızın altındaki yorumlarda belirebiliyorlar. Örneğin özellikle pandemi döneminde, fotoğraf için maskesini çıkarmış birine, “maskeni tak aman diyeyim” diye yorum yazmak son derece anlamsız. “Söylemeden duramam” diyenleri ise tüm sosyal medya kanallarının muhteşem bir özelliği olan özel mesaj gönderme seçeneği ile sizi tanıştırmak isterim.
Modası asla geçmiyor: klavye başından süper kahramanlık
Her zaman bir konu ile ilgili uzaktan ahkam kesmek kolaydır. Hatta bununla ilgili en sık kullanılan (şahsen çok da tasvip etmediğim) atasözü bile var; “Bekâra karı boşamak kolaydır”. Sosyal medyanın bu kadar erişilebilir ve bilinçsizce kullanılıyor olması da bunu iyice kolaylaştırıyor. Çoğu insan oturduğu yerden, hatta tuvaletten birçok konuda ahkam kesmekten çekinmiyor. Maalesef bu tip örnekleri İzmir depremi sonrasında da sosyal medyada sıklıkla gördük. Kurtarma çalışmalarını Twitter üzerinden yönetmeye son derece hevesli bu arkadaşları sahada da görmeyi çok isterim aslında.
Sosyal medyada nefret saçanlar
Yıl olmuş 2020 (hatta neredeyse 2021) hala bir de deprem alkol kullananlar, zina yapanlar yüzünden oldu oh olsun’cular var ki aslında onlardan söz etmek bile bir noktada onların laf kalabalığına kıymet vermek oluyor. Ancak böyle bir yazıda buna değinmemek de pek mümkün değil. Neyse ki Emniyet Müdürlüğü bu konuya el attı da bir nebze içimiz rahatladı. Umarım gerekli cezaları alır ve azalarak biterler.
Neden herkes her konuda fikir beyan etme ihtiyacı duyuyor?
Biraz genelleme yapacağım ama maalesef çocukların büyüklerin sözlerini harfiyen uygulamaları gereken, pek söz hakkının olmadığı bir kültürün hakim olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Üstelik eğitim sistemi de tamamiyle ezbere dayalıyken ve yoruma açık değilken, fikri hür vicdanı hür bireylerin yetişmesi çok mümkün olmuyor. Ancak internete dolayısıyla da sosyal medya gibi özgür bir ortama erişim kolaylaşınca bireyler fikir beyan etme imkanı buluyor. Böylelikle uzun bir süre fikri sorulmayan, fikrini beyan edemeyen bireyler, bilgisi olmasa dahi, deliye bal tattırmışlar çarşıda katran bırakmamış misali her fırsatta fikir beyan ediyor.
Peki ne yapabiliriz?
Öncelikle herhangi bir konuda başka insanları eleştirmeden dönüp kendimize bakmak gerektiğini düşünüyorum. Yani komşunun kapısının önündeki çöplerden şikayet etmeden evvel kendi kapımızın önünü doğru bir şekilde süpürdüğümüzden emin olmalıyız.
Özellikle deprem gibi insanlarda ciddi psikolojik hasarlar bırakan doğal afetler sonrasında dramatik görüntüleri izlemek ve paylaşmak, negatif enerji ve üzüntü yaymak ve hatta başka insanları bunu yapmadıkları için yargılamak yerine yapabileceklerimize, sağlayabileceğimiz katkıya odaklanmak hem kendi psikolojimiz hem de faydalı olabilmek adına en etkili yöntemlerden biri. Zira acı görüntüleri tekrar tekrar izlemek ve yaymanın kimseye bir faydası olmadığı gibi psikolojik açıdan bıraktığı hasarlar yadsınamayacak boyutta. Bunun yerine güvenilir kaynaklardan ihtiyaçları takip ederek, elimizden geldiğince katkı sağlamak, kısacası ilgi alanımızdan ziyade etki alanımıza odaklanmak hem kendimiz hem başka insanlar açısından sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.
Comments