top of page

Hoş geldin yeni yaşım



Dün pandemide ikinci doğum günümdü. Tam 36 yaşıma girdim. (Doldurdum mu, bastım mı bilmiyorum, bu konuda kafam ezelden beri karışık doğrusu.)


Bundan 1 buçuk yıl önce, yani covid’in hayatımıza yeni girdiği günlerdehiç bu kadar uzun süreceğini düşünmemiştim. Bu süreçle ilgili olarak çok endişeli olsam da son birkaç aya nazaran çok daha umutluydum.


O dönem yazdığım yazılara dönüp baktığımda bunu çok net görebiliyorum.


O zamanlar “oh ne güzel biraz kendimize döneceğiz, biraz durulacağız, sakinleyeceğiz”diyordum. Her gün spor yapıyor, online eğitimlere katılıyordum. Yakınlarımın sağlığı için endişelenmek dışında keyfim epey yerindeydi diyebilirim. Hatta bir ara ben de herkes gibi kendimi “biz eve kapanınca doğa uyandı, güzelleşti, kendine geldi” romantizminekaptırıp belki de bir savunma mekanizması geliştirdim.


Gel gör ki, zaman geçtikçe, süreç yönetimi ve sürecin kendisi her geçen gün daha saçma bir hal aldıkça, anlam veremediğimiz, adaletsiz hissettiren uygulamalar arttıkça ve ekonomi çökerken bize sahip çıkması gereken merciler bizi hiç önemsemediklerini açık bir şekilde ortaya koydukça bu savunma mekanizması da çöktü. Artık alınan hiçbir tedbir samimi ve işe yarar gelmediği gibi bambaşka bir yaşam tarzına zorlanıyor olmamız da cabası. Velhasıl kelam kaçta eve gireceğimiz, kaçta evden çıkabileceğimiz, ne alıp ne alamayacağımız ve hatta ne zaman alabileceğimizi öğrenmek için genelge bekler oldukça nefes alamaz hale geldik.


Pandemide geçirdiğimiz bu zaman en çok da iletişimin gücünü bir kez daha anladığım bir yıl oldu. Kötü iletişimin, iletişimsizliğin türlü örneklerini sıklıkla tecrübe ettik, etmeye de devam ediyoruz.


Özellikle son birkaç haftadır bir yanda sosyal medyanın gücünü kullanarak son derece çarpıcı iddialarıyla gündemi yerinden oynatanlar, diğer yanda akıl almaz ifadelerle verilen yanıtlar çoğumuzun beyninde kısa devreye sebep oldu. Bu, doğum günüme özel olarak yazdığım bir yazı olduğu için bu konulara şimdi girmek istemiyorum. Ancak yakın zamanda yazmayı planladığım konuya da bir girizgah yapmış olayım diye değinmek istedim.


Geçen sene neredeyse bu zamanlarda yazdığım yazılarda bir değişim dönüşümden geçtiğimden söz etmiştim. Hayatıma dışarıdan bakıldığında çok majör bir değişiklik söz konusu olmasa da benliğimde hissettiğim bir dönüşüm yaşadım, yaşıyorum. Sevmek, sevilmek, iletişim kurmak, hem kendime hem hayatımdaki insanlara olan güvenimle ilgili çok büyük değişimler yaşadım.

Arkadaş, dost, partner, her türlü ilişkiyi algılama biçimim değişti, gelişti. İkili ilişkilerde iletişimin, açıklığın birçok sorunu büyümeden, içinden çıkılmaz hale gelmedenhızlıca çözebileceğini öğrendim, anladım. (Bunları teoride elbette biliyordum, hatta bu konularda çokça ahkam kesiyordum. Ancak terzi kendi söküğünü dikemez misali iş kendi hayatımda uygulamaya gelince çuvallıyordum. Bu da bu yaşımın itirafı olsun.) Ve bir de ilişkilerde karşılıklı güven olduktan sonra akışta kalmanın çok daha kolay olabileceğini gördüm.


Bazı korkularımdan arındım ya da en azından artık o korkular eskisi gibi beni ele geçirip paralize edemez oldular. Bilirsiniz korku çok güçlü bir duygudur. Özellikle de salgın hastalık gibi tüm dünyada belirsizliklere yol açan bir süreçte insanın görüşünü bulanıklaştırıp, algısını yanlış yönlendirebilir. Yoğun bir sisin içinden geçerken kendini hissettiren o hiçlik duygusu gibi tedirgin eder insanı. Sonuç olarak insan bir adım atarken önünü görmeye, kendini güvende hissetmeye ihtiyaç duyar.


Korkunun gücünü hafife almamak ve kaygı ile arasındaki farkı net bir şekilde görmek gerekir. Kaygı, kararında olup paniğe dönüşmediği sürece, adımlarımızı temkinli atmamızı sağlayabilir. Ancak korku az önce de dediğim gibi insanı ele geçirip, aklı devreden çıkararak panikle yanlış adımlar attırabilir. Sonra da oturup “bak gördün mü? Korktuğum başıma geldi işte” diye dövünür dururuz. Ben bunu hayatım boyunca çokça yaşadım. Ama bu süreçte bu konuya dikkatlice eğildim. Galiba bu dönem de biraz bana sisin içinde panik olmadan yürümeyi öğretti. Ve artık elimden geldiğince korkularımı, özellikle de yersiz olanları, çoğunlukla kontrol etmeyi başarabiliyorum. Bu konuda anda ve akışta kalmak, hayatın getirdiklerini kabul etmeye ve onlara adapte olmaya çalışmak bana epey yardımcı oldu diyebilirim.


Belki sırf pandemi süreci ile sınırlayamam ama son 2-2 buçuk senede içgüdülerimi gerçekten dinlersem mutlu olabileceğimi gördüm, deneyimledim. İçgüdülerimi dinlemek aklıma eseni yaptığım anlamına gelmiyor. Daha ziyade önceden birçok konuda daha fazla akıl danışıyordum, başkalarının ne düşüneceğini daha fazla önemsiyordum ve kalıplara takılıyordum.

Şimdi ise kendi iç sesime, içgüdülerime odaklanıyorum. Onları dinliyorum, değerlendiriyorum ve kararlarımı öyle alıyorum. Çok da kurcalamıyorum açıkçası. Zira bir konuyu ne kadar kurcalarsam o kadar yılan hikayesine dönüştürebilirim. Kısacası, gerçekten kendimi dinlediğim zaman neyi isteyip istemediğimi, neyin beni mutlu edip neyin etmeyeceğini rahatlıkla anlayabiliyorum.


Bir de bu süreçte “başımıza daha ne gelebilir ki?” dememeyi öğrendim. Hatta böyle diyenlere de “aman dilini ısır” der oldum. Zira yalnızca bilim kurgu filmlerinde görebileceğimizi düşündüğümüz birçok şeyi son yıllarda arka arkaya yaşıyoruz.


Etrafımız her ne kadar umutsuzlukla ve endişelerle çevrili olsa da ben yeniden toparlanma sürecine girdim. Yeniden spor yapmaya, sağlığıma daha dikkat etmeye başladım. Odağımı kendimi iyi hissetmeye, hayatımı iyileştirmeye, değişmesi gerekenleri değiştirmeye çevirdim. Ve daha şimdiden kendimi çok iyi hissediyorum.


Evet, sevgili 36, hoş geldin. 35 ile epey iyi anlaştık bence. Eğer sen de geldiğin gibi devam edersen seninle de gül gibi geçinip gideriz gibi geliyor bana.

Comentários


bottom of page